Kronik hastalıkların gelişim tek bir nedene bağlı değildir.
Çoğunlukla multifaktöriyel dediğimiz altta yatan pek çok neden vardır. Tıpkı ortaya çıkartan nedenlerin çeşitliliği gibi, tedavisi de çeşitli yolların birlikte kullanılmasıyla olmalıdır.
İçinde bulunduğumuz modern zamanda akut hastalıkların tedavisindeki başarılarımıza rağmen, aynı durum maalesef kronik hastalıklarda o kadar hızlı yanıtla neticelenmemektedir. Bunun en büyük nedenlerinden biri kronik hastalıklara sadece ilaçlarla çözüm bulabilme inancıdır. Hiç bir kronik hastalık al şu ilacı kullan tamamen şifaya ulaşacaksın şeklinde yönetilememekte. Hastalığın sadece kendisini/neticesini değil; hastalığı meydana getiren nedenlere (bunlara “kök neden” diyoruz) odaklanan bir tedavi planlamasına ihtiyacımız var.
İşte bütüncül yaklaşım bu kök nedenleri de ele alır; hastalığa değil, hastaya odaklanır.
Bireyin yaşam tercihlerinden, bedensel ruhsal durumuna; uykusundan, beslenmesine; nefes şeklinden, gündelik alışkanlıklarına mevcut durumunu ele alarak, hastalığı ortaya çıkartan kök nedenleri tespit ve tedavi etmeye odaklanır.
Örnek verecek olursam; yüksek tansiyon hastalığında, bireyin yaşam tarzında düzenlemeler yapmadan, sadece tansiyon ilacı vermek çöp dolu odaya parfüm sıkmaya benzer. Oysa bizim önce o odayı temizlememiz gerekir. Yaşam tarzı değişikliğinin eşlik etmediği reçeteler, kronik hastalıkların tedavisinde daima yetersiz kalacaktır.
Bütüncül yaklaşım; sadece, bir sonuç olarak ortaya çıkmış olan hastalık ve tedavisine değil; hastalığı ortaya çıkartan kök sebepleri de ele alan “kişiye özel tıp” yaklaşımıdır.
“GENLER SİLAHI DOLDURUR, YAŞAM TARZI TETİĞİ ÇEKER”
Hastalıklar kaderimiz mi? Yüksek tansiyon tanısı koyduğum hastalarımın çoğunlukla ilk sözleri şunlar olur: “Benim annemde/ babamda da yüksek tansiyon vardı, benim de tansiyon hastası olmam kaçınılmazdı.” Oysa durum böyle değil.
Evet genlerimiz nedeniyle ailesel bazı hastalıklara yatkınlığımız olabilir ancak genetiğimiz kadar ve hatta daha da fazla bu neticeyi etkileyecek bir şey var: bizim yaşam tarzımız ve seçimlerimiz.
Uykudan, beslenmeye; stres yönetiminden, doğru nefes alışkanlığına tercihlerimiz; bedenimizde ailesel olarak devraldığımız hastalık genlerimizin aktive olması ya da olmamasını etkiler.
Bu nedenle genler silahı doldurur ancak biz yanlış tercihlerimizle tetiğe dokunmadığımız sürece hastalıklar sessiz kalır ve ortaya çıkmaz. Kanser geliştirme potansiyeli olan bir gene sahip olabilirsiniz ancak sağlıklı yaşam tercihleriyle o geni ömrü boyu sessizde tutabilirsiniz. Buna “epigenetik” diyoruz.
BESLENME NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ:
Tıbbın babası olarak adlandırılmış ve bugünkü modern tıbbın kurucularından Hipokrat’ın binlerce yıl önce söylediği söz: “Yediklerinin ilacınız, ilacınız yedikleriniz olsun.”
Son yıllarda bağırsak, mikrobiyata üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, binlerce yıl önce söylenen bu sözleri desteklemekte.
Bugün gıdaların genetik düzeyde nesilden nesile aktarılan değişimlere sebep olacak potansiyelde olduğunu biliyoruz, bundan daha etkili ve masum görünümlü bir silah olabilir mi?
Beslenme bir stratejidir. Basit bir örnek verecek olursak; 2012 yılında yapılan bir çalışmada, çalışmaya katılan sağlıklı gönüllülerde hamburger yedikten sonra kan iltihap markerlarında yükselme saptanıyor. Aynı gönüllülere daha sonra hamburgerle beraber yarım avokado yediriliyor ve bakılan kan değerlerinde iltihap markerlarında yükselme gözlenmiyor. Beslenme çeşitliliğinin stratejik olarak kullanılmasının bedendeki etkilerinin gayet net değerlendirildi bir çalışma.
Beslenmede strateji kullanmak; doymak için değil, gerçekten beslenmek için yemeyi ifade eder.